“Evet sevgili gönül dostları diyerek girmeme pek gerek yok, çünki bu tip sayfalar pek okunmaz, sonuçta kendim okuyacagım(deli derler adama) bi gazla soyle bir yazılır, eşe dosta sayfanın adresi gonderilir, ondan sonra da unutulur gider. Ben de öyle yazıp yazıp bırakmışım, ama bir kaç ay geçince bile kendi yazdıklarım hoşuma gitti, taze anıları hatırlamak iyi oldu, sanirim ileride daha da keyifli olur, o yüzden 3 ayda bir de olsa yazmalıyım…
Yazdıklarımı “anı” sınıfına sokmam onların mazide kaldığı fikrini vermesin. Sanmayin ki japon oldum, olmadım daha. Kanıt mı lazım? Buyrun:
1) Kırmızı ışıkta bekleyen arabaların arkasindan dolanaraktan kisa yollar yaratıyorum.
2) Kırmızı ışıkta yayalar için olan ışığa değil, arabalarinkine bakıyorum, ne olur ne olmaz!
3) Cafeye, restorana gittigimde kalabalıksak masa birleştirme, yok değilsek daha güzel masaya geçme eğilimindeyim hala.
4) Havuzda yüzerken dipten ne kadar gidebilirim sorusunu hala kendime soruyorum, aşağıda hele baska bir türk (örn. Bay T.) görmüşsem evrensel su altı selamlaşma hareketini yapıyorum.
Bu kadar kanıt yeter herhalde….”
Diye yazmışım 2 Agustos 2005te. Aradan neredeyse 3 sene geçmiş, hayat akmaya tüm hızıyla devam etmiş. Ben tembel bir yazar olduğumu artık iyice ispatlamışım. Takvimde yazan rakamlar değişiyor ama kafamı kurcalayacak birşeyler bulmaktaki üstün yeteneğim her zaman yerli yerinde. Bugün yine Bay T. ile beraber kahve eşliğinde düşüncelerimizi kurcalarken, bu yaşadıklarımı not alma işini devam ettirmek geldi aklıma. Aradaki uzun boşlukları doldurmaya kalkarsam kronolojik düzene iyice ihanet etmiş olacağım ama bakalım bu ne kadar gidecek.
14 Ocak 2008
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder