3 Şubat 2008 Pazar

Japonca Bilmemek

Doğal olarak Japonya’da karşılaşılacak en temel problem. Çoğu Avrupa ülkesinde bile, “bunlar ingilizce konuşamıyo be!” diye burun kıvıran arkadaşlarıma şimdi buradan bir kez daha selam ederim. Çünki burada (en azından sokakta) ingilizce bilmenin, hayatta kalma adına faydası hiçe yakın derecede. İngilizce bilenlerle de anlaşabilme başlı başına ayrı bir yetenek gerektiren bir husus. Aslında iletişim kurmanın güçlüğünü daha geldiğimin ikinci günü beni yemeğe götüren arkadaşıma, “is this egg?” cümlesini anlamasını sağlamak için harcadığım efor sayesinde anlamıştım. Sonunda kendimi restoranda tavuk taklidi yaparken buldum, Hayatto da “haaa egguuu, egguuuu” diyerek sonunda jetonun düştüğünü bana müjdeliyordu.(Merak edenlere: sorduğum şey eggu değil, “tofu” imiş. O basit yiyecek maddesini Japonya’da ikinci gününde olan birine anlatmak için 15 dk harcadı ama başarılı olamadı.

Ben daha sonra Bay T’den öğrendim. Bu gibi olaylar sıklıkla başımdan geçtiği için diğer yabancılar gibi ben de bu duruma ayak uydurup, umursamamaya başladım. Ancak aklıma kazınan bir diğer olayı da mutlaka anlatmalıyım. Karşısında yarım saat dil döktüğüm başka bir arkadaşımın, bu rutin kafa sallamalarından ve ilginç bakışlarından, aslında beni anlamadığı şüphesine kapılıp, sorduğum “where are you going now?” sorusuna “oh, yeah!!!” cevabını vermesiydi. İyiki de kendimi tutup gülmedim orada. Ama tanıdığım Japonları ingilizce bilenler ve bilmeyenler olarak iki gruba ayıracak olsaydım, kendisini bilenler sınıfına sokardım. O gece herhalde kot mont altına mor şort altına siyah çorap ve bunları bütünleyen topuklu ayakkabı giymiş olması, geçici idrak yolları enfeksyonuna sebebiyet vermişti de başımdan bu komik olay geçti. Zaten o gün ciddi anlamda Japonca bilmem gerektiğini kabul ettim kendimce, sevgiler Miku…

17 Mart 2005

Hiç yorum yok: